İçinde yaşadığımız
toplum, başta karakterimiz olmak üzere alışkanlıklarımızı, hayata bakış
açımızı, çalışma şeklimizi, hayallerimizi, kısaca pek çok şeyi, etkiliyor.
Eğitim sistemimizin, çalışma alışkanlıklarımızın ve gelecekten
beklentilerimizin de yaşadığımız topluma göre şekillenmesi kaçınılmazdır.
Türkiye “gelişmekte olan” bir ülke. Tüm gelişmekte olan ülkelerdeki gibi
Türkiye’de de gelişmiş ülke olmamamın sıkıntıları elbette yaşanacaktır. Ülke
olarak gelişmemiz biraz zaman alsa da birey olarak, gelişmekte olan bir ülkede
biz kendimizi herkesten fazla geliştirebilir, gelişmiş ülke insanları
standartlarında bilgi ve donanım sahibi olabilir, dünya çapında büyük başarılar
yakalayabiliriz. Ufak bazı dokunuşlarla kendimizi çağın ilerisine
taşıyabiliriz. Bunu engelleyecek hiçbir şey yok.
Peki bu
nasıl olacak?
Öncelikle
ülkeyi, ülkede yaşayan insanları, yakın ve uzak çevremizi, çevremizdeki
insanları çok iyi gözlemleyerek işe başlamalıyız. Türkiye’de sık sık şikâyet
etiğimiz temel sorunlar nelerdir? Görmek istediğimiz halde göremediğimiz insan
tipi nedir? Ülkemizde dünya çapında başarılı olmuş insanların en dikkat çeken
nitelikleri nelerdir? Kendimizi tanıyor muyuz? Gücümüzün, yeteneklerimizin
farkında mıyız? Hedeflerimiz nelerdir? Asıl önemlisi bir hedefimiz var mı?
Kendimizi bir yıl sonra, beş yıl, on yıl, otuz yıl sonra nerede görmek
istiyoruz? Bunu düşündük mü?
Şimdi
sorduğumuz sorulara cevaplar bulmaya çalışalım: Ülkenin en temel sorunu
ahlaklı, dürüst ve nitelikli; hatta yüksek nitelikli, tam donanımlı insan
yetiştirememek. Dünyada kaliteli, nitelikli, sağlam ve dayanıklı ürünler ortaya
koyan firmalara (Volvo, BMW, Mercedes, Cadillac; dünyanın saygın otelleri,
saygın lokantaları, saygın elektronik üreticileri vb.) bir bakın. Bu firmaların
temel özelliği: dürüst olmaları, malzemeden çalmamaları, kurumsal olmaları,
ürünlerinin niteliğinin sürdürebilir olması... O halde bizim de geleceğimizi
belirlerken; yani üniversite sınavlarına hazırlanırken yapacağımız ilk şey
kendimize karşı dürüst olmak. Bir öğrenci günde 6-7 saat ders çalışabilecek
zamana ve imkâna sahipse; ama çalışmıyorsa zaten o öğrenci önce kendine karşı dürüst
değildir. Bir iki saat ders çalışarak zevahiri kurtaramaz. Nitelikli ve kaliteli
mühendis, doktor, bilim insanı olduğu gibi “nitelikli öğrenci” neden olmasın?
Demek ki önce kendini tanıyan, dürüst, kaliteli bir öğrencinin hedefinin
gerektirdiği kadar çalışan bir öğrenci olmalıyız. Peki mesele sadece ders
çalışmak mı? Tabii ki hayır. Öğrencilerin ve ailelerin en büyük yanılgısı da
budur. Eskilerin tabiriyle: İfrat ve tefrit... Yani ya tüm hayatını ders
çalışarak geçirmek ya da kitabın kapağını bile açmamak. Oysa hayat dengeler
üzerine kuruludur. Ders zamanı ders, eğlence zamanı eğlence. Yeter ki ölçüyü
doğru tutturabilelim. Otuz yıllık eğitimcilik hayatımda hem ders çalışıp hem de
sosyal hayattan taviz vermeyen öğrencilerimin hep çok başarılı olduklarını
gördüm. O halde hedeflenen süre ve miktarda ders çalışılacak. Ama sinemaya,
tiyatroya, yürüyüşe, yüzmeye, tenise, resim sergilerine, kitap okumaya vs. ye
de yeteri kadar zaman ayrılacak. (Sınavlara hazırlanırken sosyal hayatın neden
gerekli olduğunu bir başka yazıda ele alacağız.)
Bu ülkede
yetişen ve dünya çapında başarı kazanmış insanları ele alalım: Temel
özellikleri nedir? Öncelikle bir hedefleri vardır. Bu hedefe odaklanırlar. Bu
hedefi gerçekleştirirken bu ülkede genel çoğunluğun yaptığı gibi değil; farklı
ve sıra dışı hareket ederler. Demek ki bütün mesele önce birey olabilmekte,
sonra da farkındalık kazanmakta. Farkındalık kavramını kısaca “kim olduğunun,
gücünün, amaçlarının, yeteneklerinin, dünyanın ve içinde yaşadığı ülkenin
koşullarının, istek ve beklentilerinin farkında olmak; hayatı fark ederek,
bilinçli yaşamak” diye tanımlayabiliriz. Yaşadığınız çevrede insanlar tembel ve
üşengeçse, az çalışıp çok kazanmak derdindeyse, kitap okumuyorsa, sanat ve
edebiyata sırt çeviriyorsa, kaliteye ve niteliğe prim vermiyorsa siz tam
tersini yapmalı ve farkındalığa erişmelisiniz. O halde kendinize güzel bir yol
çizip sıradan ve sürüden biri gibi değil; farkındalık sahibi bir birey gibi
özel ve nitelikli bir hayata ve çalışma programına sahip olmalısınız; ki bu da
asla emeksiz ve zahmetsiz bir yol değildir.
Kendimizi tanıma konusuna gelince... Olay yine içinden çıktığımız topluma gelip dayanıyor. Ülkemizin gerek toplum gerek aileler gerekse âdet ve töreler açısından kişinin birey olarak kendine yoğunlaşmasına çok uygun olduğu söylenemez. Eğitim sisteminin, ailede alınan terbiyenin de etkisiyle ülkemizde kişilerin (bakınız bireylerin diyemiyorum; çünkü birey olmuşsa zaten kişi kendini tanımış demektir) kendisini yeterince tanıması, kendi gücünü ve yeteneklerini keşfetmesi o kadar da kolay değildir. O halde üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlamadan çok önce kişinin kendini tanıması, gücünün, yeteneklerinin farkına varması, hayattan istek ve beklentilerinin ne olduğunu belirlemesi gerekir. Bunu üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlamadan en az 4-5 yıl önce yapması gerekir kanaatindeyim. Çünkü son bir yıl bunun için yetersiz bir zamandır.
Kendini tanıyan, birey olmayı başaran, farkındalık sahibi olabilmiş insanların zaten hem kısa vadede hem de uzun vadede hedefleri vardır. Hiçbir şey bu kişileri hedeflerinden vazgeçiremez. Ama bir hedef sahibi olmak, bu hedefi gerçekleştirmeyi istemek o kadar kolay bir şey değildir. Buna gerçekten inanmak ve bunu gerçekten istemek gerekir. Hedefim şu, şunu gerçekleştirmek istiyorum demek yeterli değildir. Gerçekten bir hedefi olan ve bu hedefi gerçekten gerçekleştirmek isteyen insanların en belirgin özelliği “çalışmak”tır. Ancak gerektiği gibi ve gerektiği kadar çalışan biri bizi bir hedefi olduğuna ve bunu gerçekleştirmek istediğine inandırabilir.
Bugün ülkemizde kaliteli dershaneler, kaliteli okullar, kolejler, öğretmenler ve yayınevleri var. İnternet sayesinde bilgiye ve dokümana ulaşmak çok kolay. Bütün mesele doğru insanlarla, güzel bir hedefle, iyi bir plan program dahilinde bıkmadan çalışmak. Güzel günlerin hatırına bu kadarına da katlanılmalı.
Yazar: Dr. Vahit Tane